Abidin Elderoğlu (1901-1974)
Türk ressam Abidin Elderoğlu 1901’de Denizli’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Denizli’de tamamladıktan sonra, İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitiren (1926) Abidin Elderoğlu, 1930’da resim öğrenimi için Paris’e giderek, Julian Akademisi’nde Albert Laurens’in yanında Çalıştı ve André Lhote’tan ders aldı. 1932’de Türkiye’ye dönerek uzun yıllar İzmir’de resim öğretmenliği yaptı ve çok sayıda öğrenci yetiştirdi. 1942’de düzenlenen yurt gezisi programı çerçevesinde Muş’a gönderilip, bu yöreden resimler yaptı. İzmir Ressamlar Cemiyeti’nin etkin üyesi olarak, başta devlet sergileri, çeşitli karma sergilere katıldı.
1932’den başlayarak yurt içinde ve yurt dışında kisisel sergiler açtı, 1945’te İzmir’de Ege Ressamları Sergisi’nde birincilik, 1963 Sao Paolo bienalinde (Brezilya) onur ödülü, 1966 Tahran bienalinde özel ödül kazandı. 1964’teki 25. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ nde Başka Dünya adlı tablosuyla ikincilik ödülü aldı.
Sanat anlayışı
Abidin Elderoğlu’nun 1932-1942 yılları arasındaki dönemi, büyük boyutlu simgesel nitelikli tablolar ile klasik denebilecek peyzaj ve natürmortları içerir. Doğaya bağlı renkçi bir anlayış, bu dönemini belirleyen özelliklerin başında gelir. Desenin doğru anlamda renkle bütünleşen etkinliği, ciddi bir atölye anlayışından kaynaklanır. Kübist yönelişleri fazla abartmadan dozunda kullandığı birkaç etüdü dışında, Fransa’da eğitim gördüğü Lhote estetiğini benimsemediği söylenebilir.
1950’lerden sonra çizgiyi, kaligrafik bir kompozisyon düzeni içinde uyumlu kavisler, dolu ve boş biçimlerle uyguladığı bir dizi çalışmasında eski Türk yazısından esinlenen Abidin Elderoğlu, bu yönüyle çağdaş Türk resmindeki soyut eğilimleri kişisel doğrultuda geliştirmeye çalışan bir sanatçı olarak görünür. Çizgisel uyumun ve ritmik çizgi dolaşımlarının, resimleri için kaynağına dönüşün kararlı bir göstergesi olduğu söylenebilir. Türk sanatının geleneğe bağlı yüzeysel süslemeci yanı, çağdaş soyut anlayışlarla da kolayca anlaşabilecek düzeylerde, Elderoğlu’nun sanatını, benzeri eğilimlerden ayırmaktadır. Ona süsIeyici öğeler ile çağdaş soyut resim arasında, daha çok da ikincisine yakın bir değer yüklemektedir.
Uluslararası kalıplaşmış soyut anlayışın dışına çıkabilen bu değer, soyutu kişisel düzeyde kalıcı kılma çabasına dayanmakta ve Türk resminin 1950 yıllarındaki araştırıcı dinamizminin de bir yönünü aydınlatmaktadır.